7 Ekim 2013 Pazartesi

BUGÜN BUNU BEĞENDİM : MANGO

Kış geldi çattı, botlar çizmeler, kazaklar, montlar birer birer çıkmaya başladı. Yine her mevsim başlangıcında olduğu gibi giyecek hiç birşeyim yok düşüncesi de biz kızların beyinlerine geldi oturdu. Bu nedenle fellik fellik mağaza gezmeye ya da benim gibi gezmeye vakit bulamayanlardansanız markaların internet sitelerini ziyaret etmeye başladık.
 
Ben bugünki yazımda güzeller güzeli Victoria Secret meleği aynı zamanda ex aşkım Orlanda Bloom'u elimden aldığı için gizliden gizliye kıskandığım Miranda Kerr'i katalog mankeni olarak kullanan Mango'nun kış koleksiyonuna değinmek istiyorum. Artık kıyafetler Miranda'nın üzerinde çok güzel durduğundan mıdır nedir Mango'nun koleksiyonunu çok beğendim. Hem de her parçasını. Bunu da giymem diyebileceğim bir tane bile kıyafet yok. Hatta Mango'yu satılığa çıkarsalar tüm mağazayı almak istiyorum. Ne kadar beğendiğimi anlayın yani.
 
Ben çok fazla modadan anlamam hatta trendleri filan hiç takip etmem, mağazada beğendiğim ne varsa gider alırım. O yüzden Mango'nun koleksiyonundan bahsederken kendi zevklerimi ön planda tutarak seçimlerimi göstereceğim.
 
  
Öncelikle çanta koleksiyonunu göstermek istedim. Çünkü beni bilen bilir çanta hastasıyımdır. Mango kış sezonu için çok şık çantalar hazırlamış. Çoğu suni deri olsa da hepsi birbirinden güzel. Givenchy'nin Antigona modeli çantasını ben çok beğenirim. Çanta 2.000 avro olduğu için şu an için alma gibi bir imkanım bulunmadığı için uzun zamandan beri ona benzeyen modelde çanta arayıp duruyorum. Mango'nun 5 numaralı fotoğraftaki çanta ise onu andırıyor. O yüzden kızlar 5 numara benimdir.


Ayakkabılarda yine sezonun son trendlerini yansıtıyor. 7 numaralı çizme kardeşim tarafından çok beğenilmekle birlikte çok pahalı olması nedeniyle alınamamıştır. 2 numaralı babetin üzerinde ise gerçek deri hissiyatı uyandırması için ince ince tüyler eklenmiş o yüzden ondan da hiç hoşlanmadım. 5 numaralı bot ile 6 numaralı ayakkabı tarafımdan çok beğenildi ama kullanışsız olması nedeniyle alınmadı.


Mango'nun yeni sezon üstlerinde ise asker kamuflajı, hayvan desenleri, pullar, deri detaylar  ve zımbalar hakim. Yine çok renkli bir kış geçireceğiz gibi duruyor.


Kabanlarda da yine geçen senenin trendlerini görmeye devam ediyoruz. Geçen sene şişme montlar çok moda olmuştu, bu senede giymeye devam kızlar. Hiç bir zaman modası geçmeyen kruvaze kaşe montlarda yine raflarda yerlerini almış. İçi kürklü parka ve ceketler ise favorilerim. Tam kışlık görünce bile insanın içi ısınıyor. 6 numaralı resimdeki kabanlar ise yeni trendlerden. Bütün ünlü markalar koleksiyonlarında bu tür montlara yer vermiş ama bana çok komik geliyor. Bence insanı çok şişman gösteriyor ve çok itici.


Bu senenin etek modasında da kloş ve deri etekleri görmeye devam edeceğiz gibi duruyor. Ama bu etekler neden bu kısa anlamıyorum. Kim giyer bu kadar kısa eteği. Şahsen ben dötümü başımı açıp hiç gezemem. Hele Eskişehir'in havasında bu kadar kısa etek giyenin bir tarafı donar, millette bunun aklı yok herhalde diye dalga geçer.


Son olarak pantolonlara da bakacak olursak yine pantolonlarda da çiçek desenleri ve hayvan desenlerinin çok gözde olduğunu söyleyebilirim. 5 numarada olduğu gibi yarısı kot yarısı deri gibi değişik pantolonlar da var. Özellikle o modeli çok beğendim ama benim bacakların maaşallahı olduğu için giyebileceğimi hiç zannetmiyorum. Milletin göz zevkini bozmanın anlamı yok değil mi?? :P Fotoğraflardaki kırmızı şalvar pantolonlara ise bayıldım. Ama bir avukat olarak adliyelerde bunları giyip gezmek çok abartı olur diye düşünüyorum.

Mango'nun koleksiyonu kısaca bu şekilde özetleyebilirim. Umarım alışveriş yapmak isteyen arkadaşların aklında bir fikir oluşturabilmişimdir.

1 Ekim 2013 Salı

Saç Baş Bakım Makım - Dove Saç Dökülmesine Karşı Bakım Seti

Şu anki en büyük problemim saçımın deli gibi dökülmesi.  Lisede bileğim kalınlığında olan saçım parmak kalınlığına ulaştı ulaşacak. Bu sorunumu çözebilmek için senelerdir denemediğim koca karı ilacı kalmadı diyebilirim. Kimden ne duyduysam internetten nasıl bir karışım bulduysam hepsini uyguladım. Ama yok, cık olmadı. Bende artık strestendir diye uğraşmayıp saçlarımı kendi haline bırakacaktım ki dergilerden birinde Dove'un saç dökülmesine karşı saç bakım setini gördüm.
 
 
Dove şampuan, saç kremi, saç maskesi ve yoğun bakım serumdan oluşan dörtlü bir set çıkarmış. Ben normalde Dove'u saçı nenlendirdiği için kullanamıyordum. Çünkü zaten saçım bir günde vıcık vıcık yağ içinde kalıyor. Dove kullandığım zaman ise başımdan havluyu çeker çekmez saçım yağ içinde kalır diye kullanmıyordum. Ama ne olduysa oldu gittim Dove'un saç serumundan aldım.  Diğer ürünleri yine saçlarımı yağlandırır korkusuyla tabiki de almadım. Dün de saçımı yıkadım, bir güzel kuruttum ve serumu saçıma sürdüm. Serum baya yoğunmuş. Koca kafama sür sür küçücük serumu bitiremedim. Hatta saçlarım yeni yıkanmış gibi ıpıslak oldu. Bugün ise saç diplerimi acayip derecede kurumuş gibi hissediyorum.
 
 
Dove yoğun bakım serumlarını ise iki günde bir temiz saça iyice masaj yaparak sürmek gerekiyormuş. Bende aynen öyle yaptım. %78 olumlu sonuç gözlendiği bilimsel olarak kanıtlanmış diyor ama ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemeyeceğim artık. Sonucun ne olacağını ise heyecanla bekliyoruz.
 
Dove'un yeni saç dökülmesine karşı setini kullananlar, kullanıp memnun kalanlar ya da Dove'u bir daha kafama sürmem diyenler görüşlerinizi bekliyorum.

19 Eylül 2013 Perşembe

Spoiler Alert-1: Med Cezir

Uzun zamandır merakla beklediğim dizi Med Cezir sonunda başladı. Benim yaşımdakiler bilir eskiden CNBC-e de The O.C. diye bir dizi vardır. Med Cezir'de onun Türkiye versiyonu.


Med Cezir dizisine başlamadan önce ön hazırlık olsun diye The O.C. nin ilk bölümünü bir kaç gün öncesinden izledim ki Türkler bakalım aynısını yapmış mı, senaryoya sadık kalabilmiş mi diye güzelce inceleyebileyim. Zaten bir filmin eski versiyonu ya da kitabı varsa önce ona bakar sonra filmi izlerim. Med Cezir'de de aynı taktiği uyguladım. Ve gördüklerimden memnun kaldığımı söyleyebilirim. Şu an için senaryonun aslına sadık kalınmış gibi gözüküyor.
Varoşların bağrından kopup gelen Yaman nam-ı diğer Ryan, zengin ama alkol sorunu olan güzel Mira nam-ı diğer Marissa, asosyal ve inek Mert nam-ı diğer Seth ve Mira'nın en iyi arkadaşı Eylül nam-ı diğer Summer. Yaman abisiyle araba hırsızlığı yaparken yakalanır ve devlette avukat olarak Mert'in babasını atar. Mert'in babası Selim Serez Yaman'da kendi çocukluğunu ve gençliğini görür nitekim Selim Bey'de Yaman gibi fakir bir aileden gelmiş, kendi dişiyle tırnağıyla çalışarak avukat olmuştur. Selim Bey kendisini kurtarmıştır ama Yaman'ın da çok çalışarak kendisini kurtarmasını istemektedir. Bu nedenle Yaman'ı eve getirir ama eşi Ender Serez Yaman'ın suçlu olmasından dolayı bu durumdan hiç memnun kalmaz vs diye konu devam ediyor. İlk bölümünde yapılan defile, Mert ve Yaman'ın sosyete partisine katılması, burada zengin bebeler tarafından dövülmeleri filan hep aynıydı. Hatta Mira'nın sevgilisini canlandıran Orkun The O.C. dizisindeki Luke'a tekabül etmektedir. Luke, Ryan ve Seth'i dövdükten sonra 'Welcome The OC bitch' demekteydi. Orkun ise Yaman ve Mert'i dövdükten sonra Luke'a benzeyen bir ses tonuyla 'Aramıza hoş geldin leş' demektedir. Buraya kadar aynısını yapmışlar. Ama ilerleyen bölümlerde The OC dizisi baya bir uçuyordu. -Spoiler alert- Marissa kendine lezbiyen sevgili filan yapıyordu, Marissa'nın anası Luke ile çıkıyordu. Bunları Med Cezir'de nasıl yapacaklar, Türkiye'de böyle bölümler nasıl yayınlanacak düşünmeden edemiyorum.

Karakterlerin Türk versiyonları ile yabancı versiyonlarını karşılaştıracak olursak eğer Çağatay Ulusoy ile Serenay Sarıkaya'yı Ryan ve Marissa rollerine çok yakıştırdığımı söylemeden geçemeyeceğim. Bu ikisinden başka oyuncu bu rollere kesinlikle yakışamazdı. Amma ve lakin Eylül'ü canlandıran Hazar Ergüçlü ve Mert'i canlandıran Taner Ölmez'i çok yapmacık buldum. Onlara ısınmayışımın nedeni belki de Rachel Bilson ve Adam Brody'i Seth ve Summer rolleriyle çok sevmemdir. Biliyorum Hazar ve Taner'i izlerken başka oyuncu bulamamışlar mı diye düşünmeden edemedim. Ender Serez'i canlandıran Mine Tugay'ı ise bu rol için çok genç buldum. Çünkü Mine Tugay olsa olsa 35 yaşındadır. Liseye giden bir çocuğun annesi olmak için çok genç bir oyuncu. Şebnem Dönmez ise fettan Sude Beylice karakterine çok güzel uyum sağlamış. Mira'nın kardeşini canlandıran oyuncu ise hem rol için çok büyük hem de çok kilolu.



Genel olarak Med Cezir dizisi için ilk izlenimlerim böyleydi. İkinci bölümünde neler olacağını, Türk senaristlerin olayları nasıl geliştireceğini çok merak ediyorum. Sizde diziyle ilgili görüşlerini paylaşmak istiyorsanız yorumlarınızı bekliyorum...


30 Ağustos 2013 Cuma

Kafayı Taktım-1: Veronica Mars

  
 
Ben bu aralar kafayı Veronica Mars dizisine taktım. Bu kadar bağlayıcı bir dizi olamaz.
 
Veronica Mars (VM) ilk kez karşıma seneler önce CNBC-E de 3. sezon bölümleri ile çıkmıştı. Bende bütün dizilerim sezon arasına girmişken hangisini izlesem diye düşünürken ne zamandır izlemek istediğim VM karşıma çıktı. Bende 1. sezondan itibaren dizi yayınlayan sitelerin en güzel Dizimag'da izlemeye başladım. Şu an 2. sezonun son bölümüne geldim. Onu da izler izlemez yeni ve son sezona başlayacağım. Dizi o kadar bağlayıcı ki bütün sezonları bir oturuşta izleyip bitirmek istiyor insan ama bitirmeye de kıyamıyor çünkü güzel dizimiz sadece 3 sezondan ibaret.
 
 
Acar dedektifimizi güzeller güzeli Kristen Bell canlandırıyor.  Veronica'nın hikayesi Neptune adlı kasaba da en yakın arkadaşı Lily Kane'nin öldürülmesiyle başlıyor. Veronica, babası, eskinin şerifi yeninin özel dedektifi Keith Mars'a dedektiflik yaparken yardım ediyor. Ve okuldaki arkadaşları için casusluk yaparak harçlığını çıkarıyor. Hem zeki hem güzel Veronica dolayısıyla büyüklü küçüklü herkes için tehlike oluşturuyor. Onun hazır cevaplılığına, insanın gözüne içine bakarak yalan söylemesine ise hayran olmamak elde değil.
 
   
Veronica güzel olunca taliplisi de çok oluyor haliyle. İkisi de zengin ikisi de kendince yakışıklı ama bir o kadar çekici iki erkek hemde iki iyi dost Veronica'yı istiyor. Veronica ise iyilik timsali Duncan ile kötü çocuk Logan arasında gidip geliyor.
 
Veronica Mars'ta izlediğim iki sezonda da bir ana hikaye var birde küçük tek atımlık hikayeler var. Birinci sezonun ana hikayesi Lily'nin katilini bulmak iken, ikinci sezonun ki 6 kişinin ölümü ile sonuçlanan otobüs kazasının (ya da toplu cinayetin) sorumlusunu bulmaktı. 3. sezonun ki de üniversitedeki tecavüzcü sapığı bulmak  olacak diye hatırlıyorum. Ana hikaye ile küçük hikayeler birbirine sıkıca bağlanmış. Tek bir bölümü bile atlamak dizinin ipinin ucunu kaçırmaya yeterde artar bile.   Çünkü dizinin her bir bölümü kendi içinde hem ana hikayeye hem de birbirine bağlı. Ana hikayeye ilişkin ipuçları yavaş yavaş verilirken her bölümdeki küçük olaylar bölüm sonunda zeki dedektifimiz tarafından çözülüyor. Bu nedenle biraz kafa karışıklığına yol açabiliyor.

Veronica Mars demişken İlluminatik öğelere de değinmek lazım diye düşünüyorum. Artık küçük yaştaki bebelerin bile bildiği İlluminati'nin simgesi olan piramit üstünde göz Mars Dedektiflik'in sembolü.


Dizinin başından sonuna kadar bunu göstere göstere bitiremiyorlar tabiki de.

 

Birde yine diziyi izlerken denk geldiğim İlluminati simgesi daha var.
 
 
Bunlarda baya açık seçik İlluminati propagandası yapıyorlar ama yine de izlemekten vazgeçemiyorum. Zaten çocukluğumuzdan beri bizi ele geçirmişler. İzlediğim dizi olsun film olsun ne varsa İlluminati'ye çıkıyor. Ama ne yapalım yahu adamların çektiği şeylerde çok güzel oluyor be hehe:)
 
Belirtmeden geçmek olmaz Veronica Mars'ın 2014 yılında filmi de çıkacak buradan tüm Veronica hayranlarına duyurulur. 2014 yılını sabırsızlıkla bekliyorum çünkü bu dizi gerçekten izlenmeye değer dizilerin en başında geliyor.
Çok fazla spoiler vermeden elimden geldiğince VM'yi sizlere tanıtmaya çalıştım. Benim tavsiyeme uyup bu diziyi izlemeye başlarsınız emin olun sizde bu diziye çok bağlanacaksınız. Dizi hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum...
 

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Kitaplık: Edit - Gizli Anların Yolcusu

18 Ağustos itibariyle Gizli Anların Yolcusu'nu okudum, bitirdim. Önceki  yazımda bahsettiğim gibi gerçekten gelişme bölümü erteleniyormuş. Neredeyse kitabın yarısına gelince kitap patladı gitti. Geri kalan kısmı ise bir solukta okudum.

Öncelikle söylemem gerekirse kitabı çok çok çok beğendim. Serinin diğer iki kitabını okumak için sabırsızlanıyorum. Kitabı okuyup bitirince Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar kitabını okuduktan sonraki ruh haline girdim. Tutunamayanlar'daki Selim Işık ile Bora karakterini birbirine çok benzettim. İkisi de tutuk, ikisi de mağdur. Tutunamayanları okurken hissettiğim burukluğun, yaşayamamışlık hissinin aynısı Gizli Anların Yolcusu'nda da hissettim. Yine içim acıdı, kalbim ağrıdı.

İnsanı böyle derinden etkileyen kitaplar çok zor bulunur. Karakterler, yaşanan olaylar, söylenen yalanlar sıradan olmasına rağmen bu sıradanlıklar etkileyici bir dil ile birleşince hayatın ta kendisi ortaya çıkıyor ve kitabı hiç sıkılmadan okuyabiliyorsunuz. Bu kitabı okumanızı tavsiye ederim arkadaşlar, pişman olmayacaksınız.

16 Ağustos 2013 Cuma

Kitaplık-1: Ayşe Kulin - Gizli Anların Yolcusu


Beni tanıyanlar bilir; kitap okumayı aşırı derecede severim. Her ay en az iki tane kitap bitirmeye çalışırım. O da işlerim el verdiği sürece. Malum çalışan bir bayan olunca her şeye yetişmek mümkün olmuyor, hatta 24 saatlik zaman dilimi yetmez oluyor. İş vaktimden ve sevgilimle geçireceğim zamandan kısamayacağıma göre bende uyku saatlerimi azaltmaya karar verdim. Normalde uyku saati olan 7-7,5 saat arası ben bunu 6,5 saate düşürmeyi başardım ve düşürmeye de devam ediyorum. Uzayan bu boş saatimde de elimden geldiğince kitap okumaya çalışıyorum.
 
Hukuk fakültesinde okuduğum için o dört senelik zaman diliminde kitap okumaktan çok sıkılmıştım. Hatta bir süre kitaplara el bile sürememiştim. Ama okul biteli 3 seneyi geçti ve ben kitap aşkıma geri döndüm. Şu anda yukarıda da bahsettiğim üzere ayda 2 kitap bitirmeye çalışıyorum. Bu ayın kitapların biri ise kendime bayram hediyesi olarak aldığım Ayşe Kulin'in yazdığı Gizli Anların Yolcusu.

 
Ayşe Kulin'in sadece Veda serisini okuyan bir okur olarak söyleyebilirim ki Veda'daki Ayşe Kulin tarzından çok farklı bir kitap. Daha sert, daha açık. Kitabımın henüz 150 sayfasını okudum. Ancak o kadar ilerlememe rağmen hala kitabın içine tam olarak giremedim. Sanki gelişme bölümü sürekli erteleniyor gibi bir his uyandırıyor. Gelişme bölümünün ertelenmesi ise merakımı ve bununla doğru orantılı olarak okuma isteğimi artırıyor.
 
Kitabı bitirdiğim zaman kitapla ilgili diğer yorumları mı da yazacağım. Şimdilik sizlere iyi okumalar....

15 Ağustos 2013 Perşembe

Merhaba...

Uzun zamandır bir blog açmak ve fikirlerimi dünya ile paylaşmak istiyordum. Kısmet bugüneymiş. Ancak hangi alanlarda yazacağım, nasıl bir dil kullanacağım hakkında hiç bir fikrim yoktu hala da olduğunu söyleyemem. O zaman kendimi kısıtlamadan her konuda yazmak ve okurlarımla karşılıklı muhabbet eder gibi bir dili benimsemek en güzeli. Böylece herkese hitap eden bir blog oluşturmuş olacağım. Tabi sizlerinde fikirlerini almayacak değilim. Yazmamı istediğiniz konular olduğu vakit bana yazarsanız sizin isteklerinize göre de bloğumu şekillendirmiş olurum.
      
Bugün yazmak istediğim konu ise havanın böyle güzel olduğu zamanlarda, güneş böyle ışıl ışıl parıldarken içimdeki mutsuzluğun, depresifliğin nereden geldiği. Dışardan bakan insanlara göre çok rahat bir hayatım var. Ailem yanımda, bana aşık bir erkek arkadaşım var, çok iyi anlaştığım kardeşim var, arkadaşlarımla aramız iyi, herkesin waoooww dediği bir işim var, yediğim önümde yemediğim arkamda ama ben yine de mutlu değilim. Pek çoğunuz bu satırları okurken 'yuhh anasını satayım nankör karıya bak' diyorsunuz biliyorum. Ama birşeyler eksik işte, bu eksikliği de yıllardır bulamıyorum.
 
Mutlu olmayı , yaşımın gerektirdiği şekilde yaşamayı bende çok istiyorum ama olmuyor, olmuyor. İçimde hep bir ağlama isteği var, 'ağla açılırsın' demeyin çünkü hiç açılmıyor. İçimdeki bu kasvet, karanlık gitmiyor. Sevgilimin yaptığı sürprizler bile yetmiyor beni düzeltmeye.
 
Sanırım bu mutsuzluğun nedeni hayatımı gerektiği gibi yaşayamamak olduğunu düşünüyorum. Herkes fırıl fırıl gezerken ben evden işe, işten eve gidiyorum. Zaten haftanın 6 günü çalışıyorum, bir gün tatilim var onu da dilediğim gibi geçiremiyorum. Hayatımda acilen değişikliğe ihtiyacım var yoksa beynimi havaya uçurmam yakındır...