30 Ağustos 2013 Cuma

Kafayı Taktım-1: Veronica Mars

  
 
Ben bu aralar kafayı Veronica Mars dizisine taktım. Bu kadar bağlayıcı bir dizi olamaz.
 
Veronica Mars (VM) ilk kez karşıma seneler önce CNBC-E de 3. sezon bölümleri ile çıkmıştı. Bende bütün dizilerim sezon arasına girmişken hangisini izlesem diye düşünürken ne zamandır izlemek istediğim VM karşıma çıktı. Bende 1. sezondan itibaren dizi yayınlayan sitelerin en güzel Dizimag'da izlemeye başladım. Şu an 2. sezonun son bölümüne geldim. Onu da izler izlemez yeni ve son sezona başlayacağım. Dizi o kadar bağlayıcı ki bütün sezonları bir oturuşta izleyip bitirmek istiyor insan ama bitirmeye de kıyamıyor çünkü güzel dizimiz sadece 3 sezondan ibaret.
 
 
Acar dedektifimizi güzeller güzeli Kristen Bell canlandırıyor.  Veronica'nın hikayesi Neptune adlı kasaba da en yakın arkadaşı Lily Kane'nin öldürülmesiyle başlıyor. Veronica, babası, eskinin şerifi yeninin özel dedektifi Keith Mars'a dedektiflik yaparken yardım ediyor. Ve okuldaki arkadaşları için casusluk yaparak harçlığını çıkarıyor. Hem zeki hem güzel Veronica dolayısıyla büyüklü küçüklü herkes için tehlike oluşturuyor. Onun hazır cevaplılığına, insanın gözüne içine bakarak yalan söylemesine ise hayran olmamak elde değil.
 
   
Veronica güzel olunca taliplisi de çok oluyor haliyle. İkisi de zengin ikisi de kendince yakışıklı ama bir o kadar çekici iki erkek hemde iki iyi dost Veronica'yı istiyor. Veronica ise iyilik timsali Duncan ile kötü çocuk Logan arasında gidip geliyor.
 
Veronica Mars'ta izlediğim iki sezonda da bir ana hikaye var birde küçük tek atımlık hikayeler var. Birinci sezonun ana hikayesi Lily'nin katilini bulmak iken, ikinci sezonun ki 6 kişinin ölümü ile sonuçlanan otobüs kazasının (ya da toplu cinayetin) sorumlusunu bulmaktı. 3. sezonun ki de üniversitedeki tecavüzcü sapığı bulmak  olacak diye hatırlıyorum. Ana hikaye ile küçük hikayeler birbirine sıkıca bağlanmış. Tek bir bölümü bile atlamak dizinin ipinin ucunu kaçırmaya yeterde artar bile.   Çünkü dizinin her bir bölümü kendi içinde hem ana hikayeye hem de birbirine bağlı. Ana hikayeye ilişkin ipuçları yavaş yavaş verilirken her bölümdeki küçük olaylar bölüm sonunda zeki dedektifimiz tarafından çözülüyor. Bu nedenle biraz kafa karışıklığına yol açabiliyor.

Veronica Mars demişken İlluminatik öğelere de değinmek lazım diye düşünüyorum. Artık küçük yaştaki bebelerin bile bildiği İlluminati'nin simgesi olan piramit üstünde göz Mars Dedektiflik'in sembolü.


Dizinin başından sonuna kadar bunu göstere göstere bitiremiyorlar tabiki de.

 

Birde yine diziyi izlerken denk geldiğim İlluminati simgesi daha var.
 
 
Bunlarda baya açık seçik İlluminati propagandası yapıyorlar ama yine de izlemekten vazgeçemiyorum. Zaten çocukluğumuzdan beri bizi ele geçirmişler. İzlediğim dizi olsun film olsun ne varsa İlluminati'ye çıkıyor. Ama ne yapalım yahu adamların çektiği şeylerde çok güzel oluyor be hehe:)
 
Belirtmeden geçmek olmaz Veronica Mars'ın 2014 yılında filmi de çıkacak buradan tüm Veronica hayranlarına duyurulur. 2014 yılını sabırsızlıkla bekliyorum çünkü bu dizi gerçekten izlenmeye değer dizilerin en başında geliyor.
Çok fazla spoiler vermeden elimden geldiğince VM'yi sizlere tanıtmaya çalıştım. Benim tavsiyeme uyup bu diziyi izlemeye başlarsınız emin olun sizde bu diziye çok bağlanacaksınız. Dizi hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum...
 

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Kitaplık: Edit - Gizli Anların Yolcusu

18 Ağustos itibariyle Gizli Anların Yolcusu'nu okudum, bitirdim. Önceki  yazımda bahsettiğim gibi gerçekten gelişme bölümü erteleniyormuş. Neredeyse kitabın yarısına gelince kitap patladı gitti. Geri kalan kısmı ise bir solukta okudum.

Öncelikle söylemem gerekirse kitabı çok çok çok beğendim. Serinin diğer iki kitabını okumak için sabırsızlanıyorum. Kitabı okuyup bitirince Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar kitabını okuduktan sonraki ruh haline girdim. Tutunamayanlar'daki Selim Işık ile Bora karakterini birbirine çok benzettim. İkisi de tutuk, ikisi de mağdur. Tutunamayanları okurken hissettiğim burukluğun, yaşayamamışlık hissinin aynısı Gizli Anların Yolcusu'nda da hissettim. Yine içim acıdı, kalbim ağrıdı.

İnsanı böyle derinden etkileyen kitaplar çok zor bulunur. Karakterler, yaşanan olaylar, söylenen yalanlar sıradan olmasına rağmen bu sıradanlıklar etkileyici bir dil ile birleşince hayatın ta kendisi ortaya çıkıyor ve kitabı hiç sıkılmadan okuyabiliyorsunuz. Bu kitabı okumanızı tavsiye ederim arkadaşlar, pişman olmayacaksınız.

16 Ağustos 2013 Cuma

Kitaplık-1: Ayşe Kulin - Gizli Anların Yolcusu


Beni tanıyanlar bilir; kitap okumayı aşırı derecede severim. Her ay en az iki tane kitap bitirmeye çalışırım. O da işlerim el verdiği sürece. Malum çalışan bir bayan olunca her şeye yetişmek mümkün olmuyor, hatta 24 saatlik zaman dilimi yetmez oluyor. İş vaktimden ve sevgilimle geçireceğim zamandan kısamayacağıma göre bende uyku saatlerimi azaltmaya karar verdim. Normalde uyku saati olan 7-7,5 saat arası ben bunu 6,5 saate düşürmeyi başardım ve düşürmeye de devam ediyorum. Uzayan bu boş saatimde de elimden geldiğince kitap okumaya çalışıyorum.
 
Hukuk fakültesinde okuduğum için o dört senelik zaman diliminde kitap okumaktan çok sıkılmıştım. Hatta bir süre kitaplara el bile sürememiştim. Ama okul biteli 3 seneyi geçti ve ben kitap aşkıma geri döndüm. Şu anda yukarıda da bahsettiğim üzere ayda 2 kitap bitirmeye çalışıyorum. Bu ayın kitapların biri ise kendime bayram hediyesi olarak aldığım Ayşe Kulin'in yazdığı Gizli Anların Yolcusu.

 
Ayşe Kulin'in sadece Veda serisini okuyan bir okur olarak söyleyebilirim ki Veda'daki Ayşe Kulin tarzından çok farklı bir kitap. Daha sert, daha açık. Kitabımın henüz 150 sayfasını okudum. Ancak o kadar ilerlememe rağmen hala kitabın içine tam olarak giremedim. Sanki gelişme bölümü sürekli erteleniyor gibi bir his uyandırıyor. Gelişme bölümünün ertelenmesi ise merakımı ve bununla doğru orantılı olarak okuma isteğimi artırıyor.
 
Kitabı bitirdiğim zaman kitapla ilgili diğer yorumları mı da yazacağım. Şimdilik sizlere iyi okumalar....

15 Ağustos 2013 Perşembe

Merhaba...

Uzun zamandır bir blog açmak ve fikirlerimi dünya ile paylaşmak istiyordum. Kısmet bugüneymiş. Ancak hangi alanlarda yazacağım, nasıl bir dil kullanacağım hakkında hiç bir fikrim yoktu hala da olduğunu söyleyemem. O zaman kendimi kısıtlamadan her konuda yazmak ve okurlarımla karşılıklı muhabbet eder gibi bir dili benimsemek en güzeli. Böylece herkese hitap eden bir blog oluşturmuş olacağım. Tabi sizlerinde fikirlerini almayacak değilim. Yazmamı istediğiniz konular olduğu vakit bana yazarsanız sizin isteklerinize göre de bloğumu şekillendirmiş olurum.
      
Bugün yazmak istediğim konu ise havanın böyle güzel olduğu zamanlarda, güneş böyle ışıl ışıl parıldarken içimdeki mutsuzluğun, depresifliğin nereden geldiği. Dışardan bakan insanlara göre çok rahat bir hayatım var. Ailem yanımda, bana aşık bir erkek arkadaşım var, çok iyi anlaştığım kardeşim var, arkadaşlarımla aramız iyi, herkesin waoooww dediği bir işim var, yediğim önümde yemediğim arkamda ama ben yine de mutlu değilim. Pek çoğunuz bu satırları okurken 'yuhh anasını satayım nankör karıya bak' diyorsunuz biliyorum. Ama birşeyler eksik işte, bu eksikliği de yıllardır bulamıyorum.
 
Mutlu olmayı , yaşımın gerektirdiği şekilde yaşamayı bende çok istiyorum ama olmuyor, olmuyor. İçimde hep bir ağlama isteği var, 'ağla açılırsın' demeyin çünkü hiç açılmıyor. İçimdeki bu kasvet, karanlık gitmiyor. Sevgilimin yaptığı sürprizler bile yetmiyor beni düzeltmeye.
 
Sanırım bu mutsuzluğun nedeni hayatımı gerektiği gibi yaşayamamak olduğunu düşünüyorum. Herkes fırıl fırıl gezerken ben evden işe, işten eve gidiyorum. Zaten haftanın 6 günü çalışıyorum, bir gün tatilim var onu da dilediğim gibi geçiremiyorum. Hayatımda acilen değişikliğe ihtiyacım var yoksa beynimi havaya uçurmam yakındır...